Aşağıdaki bilgiler Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde sınıf içinde yarışma vb organiszasyonlar için kullanılabilir.
HZ. MUHAMMED (A.S.)’IN BAZI ÖZELLİKLERİ VE SÜNNETLERİ:
-Hz. Peygamber (A.S.) arap olmakla beraber beyaz idi (buğday renkli). Mübarek tenleri gayet nurlu idi, ne sönük beyaz, ne de esmerdi. -Ne şişmandı ne de zayıf. Orta bir vücutlu idi.
-Ne uzun ne de kısa boylu idi, uzuna meyleden bir boyu vardı. Ama mucize olarak uzaktan bakılınca, uzun boylu gözükürdü.
-Ayak itibarı ile de insanların en güzel ayaklı olanı idi. Ayağı ile yere bastığında tamamıyla basardı. Ayak çukuru hafifti. Mucize olarak toprak-kum üzerine basınca ayakları iz çıkartmaz, taşa-mermere bastıklarında taşı ezer, ayaklarının izi taşa çıkardı. (ruhaniyetlerinin ağırlığı, Peygamber ağırlığı olduğundan. Mermer üzerindeki ayak izi örnekleri; İstanbul Topkapı sarayı müzesinde ve Eyyüb Sultan Hz.nin türbesinde vardır)
-Gözünün bebeği gayet siyah idi. Kirpikleri de hem uzun hem de çok sık idi.
-İnsanların en güzeli, en yakışıklısıydı. (Ondan sonra insanların en güzeli, Hz. Yusuf idi)
-Alınları, göğüsleri, elleri, ayakları ve pazıları geniş idi.
-Mübarek vücutlarının gölgesi olmaz idi. (Çünkü vücutları nur idi)
-Mucize olarak sol kürek kemiğinin üzerinde güvercin yumurtası gibi bir et kabarcığı var idi (Nübüvvet mührü) ve içerisinde; “Lâ ilâhe illallah, Muhammedür-rasulullah” diye yazılı idi. "Nübüvvet mührü"nün görülmesinden ise hoşlanmazlardı.
-Mübarek sakalları hem çok, hem de siyah idi ve gayet güzeldi. Sadece 20 civarında beyaz kıl varmış.
-Bıyıklarını kısaltırlar, sakallarını bir tutam kadar uzatırlardı. -Saçları ne düz ne de fazla kıvırcıktı. -Mübarek yüzleri güneş ve ay gibi idi. Yani uzun değil, yuvarlakımsı.
* Efendimiz (s.a.v.) iri yapılı, azametli idi ve yüzü ayın on dördü gibi parlardı. Ortadan uzun (boylu), başı büyücek, saçı mutedil kıvırcık idi. Saçı bazen kulak yumuşağını geçer, rengi parlak, alnı geniş, kaşları ince ve gür idi. İki kaşı arasında bir damar gazap (kızgınlık) halinde kabarırdı. Burnu ince, hafif kavisli, sakalı sık, yanakları hafif, ağzı geniş, dişleri seyrek ve latif idi. Boynundan göbeğine hafif kıllı, boynu gümüş parlaklığında yapma bebek gibi, yapısı bedenlice ve endamlı idi. Göğsü-karnı birdi. Göğsü geniş, omuzları açık, mafsalları ince, soyunduğunda bedeni nur gibi idi. Göğüs kemiğinden göbeğine kadar, tüyden ince bir hat bulunurdu. Meme ve karnında tüy yoktu. Kolları, omuzları ve göğsünün yukarı kısmı kıllı idi. Bilekleri uzun, avucu geniş, uzun saçları lüle gibi idi. El ve ayak parmakları etli, parmakları uzun, ayağının çukuru mutedil, üstü üzerinde su durmayacak derecede düzdü. Yürürken öne meyilli düz yürür, yürüyüşü mütevazı ve seri ve de yüksek bir yerden dökülen su gibi idi. Döndüğünde bütün vücudu ile dönerdi (sadece başlarını çevirmezlerdi). Sükut (susmaları) halinde yere bakışı, semaya bakışından fazla olurdu ve çoklukla bakışı mülahazalı idi. Yürürken ashabını önüne katardı. Bir kimsenin arkasından gelmesinden hoşlanmazlardı. Fakat sağından veya solundan gitmesini isterlerdi. Karşılaşmada selamı ilk önce kendileri verirlerdi. Karşıdakinin vermesini beklemezlerdi.
-Yürüdükleri zaman bazen sağa, bazen sola ve bazen de öne doğru meylederek yürürlermiş, dimdik değil. Sağa sola bakıp iltifat etmezlerdi (yani yollardaki süslere, güzelliklere ve manzaralara iltifat etmez, zaman kaybetmeden bir an evvel gidecekleri yere giderlerdi)
-Yürüdüğü zaman vakarlı fakat hızlı giderdi. Yanındakiler ona yetişemezdi. -Yürürken kuvvetli adımlarla yürürdü ve yürürken konuşmazlardı.
-Öyle yürürdü ki, yürüyüşünden aciz ve tembel olmadığı anlaşılırdı. -Ashabından birine rastlayınca önce selam verir, sonra musafaha ederdi. -İnsanların ahlak yönünden en güzel olanıydı. -(Hz. Peygamberin) Ahlakı, Kur'an idi. -İnsanların en cömert olanı idi. Hatta insanın muhtaç olduğunu o istemeden gözünden anlar ve onun ihtiyacını gideriverirdi.
-İnsanların en cesuruydu. Huneyn savaşında İslam ordusu dağılıp askerler kaçınca, bir adım bile geri atmadan savaşa devam ettiler.
-İnsanların en sabırlı olanı idi.
-Peygamberimizin sükutu (susması) çok idiler ve çokça derin derin düşünürlerdi. (Çünkü ibadetin başı sükuttur. Çok konuşmak ise ömrü mahveden bir musibettir.)
-Arapların en güzel konuşanı idi. Konuştuğu zaman herkes ne demek istediğini anlasın diye tek tek, ağır ağır konuşurlardı. Konuşurlarken ağzından nur çıktığı görülürmüş. Konuştuğu zaman muhakkak tebessümle, güler yüzle konuşurlardı.
-Konuşmak için oturunca, çok kere nazarlarını semaya dikerlerdi. -Konuşmaya oturduklarında, ayakkabılarını çıkarırlardı. -Oturduklarında, ashabı kendisini halka halka çevirirlerdi. -Kaba ve iri sesle söyleyenlerden hoşlanmazdı. Kişinin sesini kısmasını severlerdi. -Ashabından birisi kendisiyle karşılaştığında “Esselâmü aleyküm!” diyerek selam vermeden önce bir şey sorarsa, onunla konuşmazlardı. Selamdan sonra kelam ederlerdi.
-Gülmesi çok az idi. Gülmesi tebessümden (güler yüzlülük) ibaret idi. Gülmekte ileri gitmezlerdi. -Gülmesi tebessümü geçmezdi. Sükutları (susmaları) uzun, gülmeleri kısa idi.
-Kendilerine gülme geldiğinde ellerini ağızlarına tutarlardı. -Hanımları ile yalnız kaldıklarında, insanların en yumuşağı, en kerimi, güler yüzlüsü ve mütebessimi olanı idi. -Çocuklara ve ailelerine halkın en merhametlisi idi.
-Ensarı ziyaret eder, çocuklarına selam verir ve onların (çocukların) başlarını okşardı. -Ailesine çok merhametli idiler. -Çok merhametli idiler. Ona birisi geldiğinde eğer yanında bir şey var ise verirler, olmazsa vaad ederler ve vaadini de yerine getirirler idi. -İnsanların en güleç yüzlüsü ve hoş canlısı idiler.
-Muaşeretinde hafif yollu latifeci (tatlı sözlü, şakacı) idiler. (Karşılarındakini sıkmazlardı) -Güzel kokuyu da severler, hoşlarına giderdi. Güzel kokuyu reddetmezlerdi. Onun için, daima kokulanırlardı.
-Yağlandıklarında, sol eline döker önce kaşına sonra gözlerine başlarına sürerlerdi. -Bir kutusu vardı, ondan koku sürünürlerdi. Hanımlarının evlerinde güzel koku arar ve sürünürdü. -Misk'i alıp onu sakalına ve başına sürerlerdi. -Kokuların içinde en çok “kına çiçeği”ni severlerdi. Kınanın kokusundan hoşlanmazlardı. -Bir tarafa teveccüh buyurunca (yönelince) kendinden evvel güzel kokuları farkedilirdi.
-Çok terlerlerdi ve terleri (misk sürünmese dahi) miskten daha güzel kokar idi.
-İhrama girerken buldukları kokunun en güzelini sürünürlerdi. -Bazen “buhur” denilen bir koku yakarlar, bunu da ateşin üzerine çubuğu 3, 5, 7 gibi tek olarak korlarmış.
-Renklerin içinde en çok yeşil olanını severlerdi. Boyaların içinde en çok sarıyı severlerdi.
-Elbiselerden (yakasız) gömleği severlermiş. Gömlekleri ayak topuk kemiğinin yukarısına gelecek kadar uzun olurmuş. (Eteklerinin topukla diz kapağı arasında olmasını sever, topuktan aşağı uzun olmasını asla sevmezlermiş.)
-Suyu emerek (süzerek) içerler, 3 kerede nefes alarak içerlerdi ve derlerdi ki : "Bu türlü içmek daha iyi, hazmı daha kolay ve sıhhate daha uygundur."
-Suyu bir seferde içmenin dalak hastalığına sebep olduğunu söylemişlerdir. Su içerken başında “Bismillah” derler, sonunda da Allah’a hamd ederler “Elhamdülillah” derlerdi.
-Bir kaptan bir şey içtiklerinde üç defa alırlardı. Her bir nefeste "Bismillah" derlerdi, sonunda da şükrederlerdi. -Bir şey içtiklerinde üç nefeste içerlerdi ve: "Bu daha afiyetli, hazmı daha kolay ve dertten berî (uzak) olmak için daha uygundur" buyururlardı. İçtiklerinde arada iki nefes alırlardı. -Su ve yemek kaplarına asla üflemezlerdi.
-Su içtiklerinde şöyle dua ederlerdi: "Hamd olsun o Allah'a ki, Rahmeti ile bize tatlı ve güzel su içirdi, günahlarımız sebebiyle onu tuzlu ve acı kılmadı."
-Soğuk ve tatlı şerbeti çok severlermiş. Sütü ve bal şerbetini de çok severlermiş.
-İçilecek şeylerde en çok sütü severlerdi. Süt getirildiğinde, "berekettir" buyururlardı.
-Bir şeyi yerken, içerken üflemez ve kabın içinde nefes almazlardı. -Üç parmakla yerler ve onları yıkamadan önce yalarlardı. (bereket zayi olmasın diyerekten)
-Üç parmakla yer, dördüncüsünü yardımcı olarak kullanırlardı. -Yemek yerken önlerinden yerler, etrafındakilere de “Siz de önünüzden yeyin” derlerdi. Yemeğin ortasına el uzatılmasını sevmezlermiş. (Çünkü bereket ortasındadır, oradan alınırsa yemeğin bereketi gider)
-Bir yemek getirildiğinde önünden yer. Hurma getirildiğinde veya (meyva yerken) eli cevelan ederdi. (dolaşır, seçerdi) -Akşam namazından kendilerini ne yemek ve ne de başka bir şey meşgul etmezdi. (Akşamı bir an evvel kılarlardı.) -Otururken kalçalarının üzerine oturur, dizlerini karınlarına doğru diker, elleriyle de tutunurlarmış. Yerin üzerine otururlar ve yemek yerken de yerde yerlermiş. Dayanarak yemek yemezlermiş.
-(Hayberde) yahudi kadınının zehirli koyun yemeği hadisesinden sonra gelen hediyeden yemezlerdi. Ta ki emirleri üzerine hediyeyi getiren yiyinceye kadar. -Yemek kaplarının kapalı olmasını arzu ederlerdi. (geceleri içine bir şey girmemesi için)
-Koyun etinin boynunu ve ön kısmını (kol etini) severlermiş. -Kürek eti ve kol etinden hoşlanırlardı.
-Bir koyun kestiklerinde, "Bunun bir kısmını Hatice (r.a)'nın dostlarına gönderiniz" buyururlardı. -Bir koyunu bütün ev halkı için keserdi.
-Bevl (idrar mahalli olması) dolayısıyla böbreklerden hoşlanmazları. -Et suyundan yapılan “tirit” denilen yemeği çok severlermiş. Kabağı da çok severlermiş.
-Sıcak yemeği sevmezler; “Soğutun bunu! Soğuk olursa bereketli olur, sıcakta bereket yoktur” buyururlar, yemeğin üzerinden dumanı gidip de sıcaklığı kayboluncaya kadar bekletilip, öyle yenmesini isterlermiş.
-Soğuk tatlıdan hoşlanırlardı.
-Tatlı ve balı severlerdi. -Hurmayı, balı ve hıyarı da severlermiş. -Getirilen hurma kurtlu ise, kurdunu ayıklardı. -Yeni doğan çocuklar getirildiğinde, onlar için hayır ve bereket ister ve ağızlarına hurma koyar ve onlar için dua ederlerdi. -Meyvelerden en çok sevdikleri, yaş ve taze hurma imiş. Kavun karpuzu ve hıyarı yaş hurma ile yerlerdi. -Kaymakla kuru hurmayı severlerdi. -Beni Nadr hurmalarını satar ve lakin aile efradı için bir senelik hurma alıkoyarlardı. -Üzümle kavun-karpuzu da severlermiş. Üzümü salkımından tutarak yerlerdi. -Çoğunlukla yedikleri, arpa ekmeği imiş.
-Hediyeyi yer, sadakayı yemezdi. (Sadakayı yememe hali, Peygamberimize ve ehli beyte has bir durumdur) -Gelen hediyeleri kabul eder ve onlara da hediyenin karşılığını verirlerdi.
-Kendilerine bir ganimet malı veya bir hediye geldiği zaman onu asla geceletmeden hemen muhtaçlara dağıttırırlardı.
-Zemzem suyu getirtirlerdi. -Bir adama hediye vermek istediklerinde, zemzem ikram ederlerdi. -İnsanlar arasında bağlılık için hediye ile emrederlerdi. -Fakir bir kişi, kendisini arpa ekmeğine bile davet etse “gelemem” demez, giderdi. Hatta bozulmuş, ağırlaşmış bir yağ da koysalar onu da yememezlik etmezdi.
-Çoğunlukla günde bir öğün yemek yerler, sabah yedilerse akşam yemezler, akşam yedilerse sabah yemezlerdi.
-Yediklerinde veya içtiklerinde: "Elhamdülillahillezi et'ame ve segâ ve sevveğahû ve cealehû mahrecen": (Hamd olsun o Allah'a ki, yedirdi ve içirdi ve onu kolaylaştırdı ve onun için çıkış halk etti) buyururlardı. -Yemekten sonra şu duayı okurlardı: "Elhamdülillahillezî et'amenâ ve sekânâ ve ce'alenâ müslimin."
-Ramazan ayı girdiğinde elini eteğini toplar, sonra da Ramazan çıkıncaya kadar yatağına girmezlerdi. -Ramazan ayı, girdiğinde rengi değişir, namazı çoğaltır ve tamamıyla duaya koyulur, rengi şafak gibi olurdu. -Ramazanın son on gününde mescidde itikafa girer ve ibadet konusunda her zamandan çok gayret sarfederler, hatta hiç yatmazlar, bazen de yemezlermiş. Son on gün girdiğinde elini eteğini toplar, geceyi ihya eder ve ev halkını uyandırırlardı. -Seferde değilse Ramazanın son on gününde itikafa girerlerdi. Seferde iseler, gelecek yılın son iki on gününü (yirmi gün) itikafta geçirirlerdi.
-İtikafa girmek istediklerinde sabah namazını kılar, sonra girerlerdi. -İtikafta olduğu halde hastayı ziyaret ederlerdi. -Recep ayı girdiği zaman şöyle dua ederlerdi: "Allahım Recep ve Şaban'ı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazan'a eriştir." Cuma gecesi geldiğinde de şöyle derlerdi: "Bu gece mes’ud bir gece ve nurlu bir gündür." -Ayların içinde en çok Şaban'da oruç tutmayı severlerdi.
-Her ayın başında oruç tutarlardı. Cuma günlerini ekseriya oruçlu geçirirlerdi. -Zilhiccenin dokuzuncu gününü, aşûre gününü ve her aydan üç günü oruçla geçirirlerdi. Ayın ilk Pazartesi, Perşembe ve diğer Cuma'nın Pazartesi gününü tutarlardı. -Bir ayın Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günlerinde, diğer ayın ise Salı, Çarşamba ve Perşembe günlerinde oruç tutarlardı. -Orucunun ekserisi Cumartesi ve pazar günleri idi ve şöyle derdi: Bu günler müşriklerin bayram günüdür. Onlara muhalif hareket etmeyi severim
-Evine girdiklerinde, "Yanınızda yenecek bir şey var mı?" diye sorarlardı. Bir şey olmadığı söylenince de, "Ben oruçluyum" buyururlardı. (öğleden evvel, nafile oruçta) -(Hasta olmadıkça ve bir mazereti bulunmadıkça her hafta) Pazartesi ve Perşembe günlerini oruçlu geçirirlerdi. -Her (kameri) ayın 13. 14. ve 15. günlerinde [seferi (yolcu) bile olsalar] nafile oruç tutarlardı.
-Aşure gününde (Muharremin 10. günü), muhakkak bir gün önce veya bir gün sonrasıyla beraber oruç tutardı. (Yani 9. ve 10. veyahut 10. ve 11. günleri)
-Hac ayının Kurban Bayramından öndeki dokuz gününü (Zilhicce ayının ilk 9 gününü) de oruçla geçirirlerdi.
-Akşam namazdan önce taze hurma ile iftar ederdi. Taze hurma bulundukça onunla iftar etmek hoşuna giderdi. Taze hurma olmazsa, kuru hurma ile orucunu bozardı. Ve bir, üç, beş, yedi olmak üzere tek olarak yerdi. (Sonra namaz kılarlar, sonra da yemek yerlerdi. Oruçlarını bozmadan namazlarını kılmamışlardır.)
-Bir yudum su ile de olsa orucunu bozmadan akşam namazı kılmazlardı. -Taze hurma bulunmadığında ise kuru hurma ile iftar ederlerdi. Üç tane hurma ile iftar ederlerdi. (Yemek yendikten sonra da gene üzerine biraz hurma yerlermiş.) Hurma da bulamazlarsa, oruçlarını su ile bozarlardı veya ateşin değmediği üzüm, zeytin vb. gibi şeylerle iftar ederlerdi. Bazen ısınmamış sütle iftar ettiği de olurdu.
-Oruçlu olduklarında akşam iftar ederlerken şu duayı okurlardı: “Allâhümme leke sumtü, ve alâ rızkıke eftartü.”
-Oruçlu oldukları halde, gözlerine sürme çekerlerdi.
-Geceleyin gözlerine sürme çekerlerdi. Gündüzün çekmezlerdi. Çektiklerinde de 3 defa çekerlermiş.
-Sürme çektiklerinde de her bir gözüne iki defa çekerlerdi. Üçüncüyü de hem ona, hem ona çekerlerdi.
-Sürmeyi tek olarak çeker, tütsüyü de tek yapardı. (İstincayı da tek yapardı)
-Büyüklük (taslama) olmasın diye sahabelerini önden gönderir, kendileri ise arkadan giderlerdi.
-Ayda bir kez koltuk altı ve etek traşı olurlar (bu temizlikte asla 40 günü geçirmezlerdi), 15 günde bir de tırnaklarını keserlerdi.
-Beş şeyden Allah’a sığınırlardı: Korkaklıktan, cimrilikten, (meşakkat içerisinde) kötü ömür sürmekten, kıskançlıktan ve kabir azabından. Ayrıca cinlerin şerrinden, nazardan ve ani ölümden de Allah’a sığınırlardı.
-Nazara karşı okumayı emrederdi. -Bir şeye nazar isabet etmesinden korktuklarında: "Allahım onu ona mubarek et ve onu zarardan koru" diye dua ederlerdi. -Felak ve Nas sureleriyle Allah’a sığınırlardı. Aile fertlerinden birisi rahatsızlandıklarında da bu sureleri okur, onlara üflerlermiş.
-Rahatsızlık hissettiklerinde "muavezeteyni" (Felak ve Nas surelerini) okur, ellerine üfler ve vücuduna sürerdi. -Rahatsızlıklarında bir avuç çörek otu alıp ağızlarına kor ve bal ile su içerlerdi. -Boyundan ve kürek kemiği civarından hacamat olurdu (kan aldırırdı). Ayın on yedi, on dokuz ve yirmi birinci günlerinde kan aldırırlardı. "Kim böyle yaparsa herhangi bir şeyle tedavi görmemesinden ona bir şey zarar vermez buyururlardı.
-Biri başından rahatsız olsa, "git hacamat ol", ayağından olursa "git ayağını kuma koy" tavsiyesine bulunurlardı.
-Vahiy nazil olduğunda, başına ağrı geldiği ve bundan dolayı (başına) kına vurdukları olmuştur. -Bazen yarım baş ağrıları tutar ve bir iki gün mescide çıkamazlardı.
-Bedeninde bir yara veya diken batmış bir yer olursa, üzerine kına korlardı. -Kadının elinde kına eseri olmamasından hoşlanmazlardı. -Hastayı ancak üç gün sonra ziyaret ederlerdi. -İhvanından birini üç gün görmeyince onu sorardı. Şayet sefere gitmiş ise onun için dua ederdi. Orada ise evine giderdi. Hasta ise ziyaret ederdi.
-Hasta ziyaretine gittiği zaman şöyle derlerdi: "Senin için (zararlı) bir durum yoktur. İnşallah bu, günahlardan temizlenmektir."
-Mü'minlerin zayıflarına gidip onları yoklar, hastalarını ziyaret eder, onların cenazelerinde hazır bulunurlardı. -Ansızın ölmekten Allah'a sığınırlardı. Ölmezden önce hastalanmaktan hoşlanırlardı. -Sağ ellerini; yemek, içmek, abdest almak, almak, vermek vs. için kullanırlardı. Elbiselerini (ayakkabı, palto, entari vs.) giyerken de sağdan başlarlardı. Sol ellerini de sümkürmek ve taharetlenmek gibi işlerde kullanırlardı.
-Ayakkabısını giydiğinde sağdan, çıkardığında soldan başlarlardı. Mescide sağ ayağı ile girerlerdi (sol ile çıkılır). Alıp vermede her şeyde sağla başlamayı severlerdi. -Temizliğinde, ayakkabı giymesinde, taranmasında ve her işinde muktedir olduğu nisbette sağdan başlamayı severlerdi.
-Erkeklerin evlerinde yapabileceği her şeyi kendisi yapar, hanımlarına ve kimseye külfet olmazdı. Elbiselerindeki yırtıkları bazen kendileri dikerler, ayakkabılarını tamir ederlerdi. Elbisesini temizler, koyunlarını da kendileri sağar, şahsi hizmetlerini bizzat kendileri yaparlardı. -Ata yem verirlerdi.
-Hayvana binince arkasına adam alırdı. Yemeğini yerde yer, kölenin davetine icabet eder ve merkebe binerlerdi.
-Merkebe biner, ayakkabısını onarır, gömleğini yamar, yün yelek giyer ve "Benim sünnetimden yüz çeviren Benden değildir" derlerdi. -İnsanların bedenen en güçlüsüydü. (Her peygambere 40 insan gücü, Hz. Peygambere ise bundan daha fazlası verilmiştir. Vefat edeceği yıl veda haccında kendisi için kesilecek olan 100 devenin 63 tanesini bizzat kendileri kesmişlerdir.)
-Vuruşu şiddetli idi. (Hiç bir güreşte sırtı yere gelmemişti eskiden) -Her an Allah’ın zikriyle meşgul idi. Dünyalık işlerle meşgul olmak, asla Onu zikirden alıkoymazdı.
-Mucize olarak gece karanlığında da görürdü. Arkasından da, arkada olan şeyleri de görürdü.
-Karanlık bir evde, kandille aydınlanıncaya kadar, oturmazlardı. -Çocuklara selam verir, onların başlarını okşar ve onları severdi.
-Bazen açlığın şiddetinden dolayı karınlarına taş bağlarlarmış.
-Arka arkaya aç yattıkları geceler vaki idi. Kendi ve ailesi efradının akşam yiyecek bir şey bulamadıkları olurdu.
-Yabancı kadınlarla musafaha etmemişlerdi (tokalaşmamışlardı). -Biatte (ahitleşmede) kadınların elini almazlardı. -Huyların içinde en sevmedikleri huy, yalancılıktı.
-Yakınlarından birisinin yalan söylediğini anladıklarında, o tövbekar olup da “bir daha yapmayacağım” deyinceye kadar onun yüzüne bakmazlarmış.
-Bir şeyden hoşnut olduğunda sükut ederlerdi (susarlardı). -Sevinç verici bir iş olduğunda Allah'a şükür olarak secdeye kapanırlardı. -Kendilerini sevindirecek bir işle karşılaştıklarında şöyle buyururlardı: "Elhamdülillâhillezî bi ni'metihî tetimmü’s sâlihâti": (Hamd o Allah'a mahsustur ki, iyilikler ancak onun nimeti ile tamam olur). Kendileri hoşlanmadığı bir şeyle karşılaştıklarında ise şöyle buyururlardı: "Elhamdülillâhi alâ külli hâl. Rabbi eûzü bike min hali ehlin nar."" (Her durumda, Hamd Allah'a mahsustur. Ya Rab! Cehennem ehlinin halinden sana sığınırım.) -Kendilerine üzücü bir şey isabet ettiğinde: "Lâ ilâhe illallahü'l-halimül kerim, Subhânellahi Rabbil arşil azim, Elhamdülillâhi Rabbil alemin" diyerek dua ederlerdi. -Korkulacak, üzüntülü bir hal olduğu zaman; “Allah, Allah, Allahü Rabbi la şerike leh”=(Yâ Rab, sen benim Rabbimsin! Senin ortağın yoktur) derlerdi.
-Bir şeye canları sıkıldığında şöyle derlerdi: "Ya hayyu ya kayyum, bi Rahmetike estağîsu." (Ey hay ve kayyum olan Allah, Rahmetinden istimdad ederim.)
-Bir kaygı veya üzüntü gelince: "Ya Hayyu ya Kayyum, bi Rahmetike estağîsu" derlerdi. -Üzüldükleri zaman mübarek sakallarını elleriyle tutar, ona doğru bakarlar, meshederek sıvazlarlarmış. Böylece üzüntülerini giderirlermiş. Ayrıca üzüldüklerinde gökyüzüne bakarak “Sübhânallâhil azim” derlermiş.
-Başka bir rivayette ise; kendilerini üzen bir şey olduğunda (Allah’tan gelecek yardımla onu def etmek için) hemen namaza dururlarmış.
-Bir şeyden çekindiğinde şöyle derlerdi: "Allah, Allahü Rabbî lâ şerîke leh." (Allah, Allah Rabbımdır, O'nun ortağı yoktur) -Son sözü: "Namaza, namaza (dikkat edin) idareniz altında bulunanlar ve memlükleriniz hakkında Allah'tan korkun." oldu.
-Zikri çok eder, lüzumsuz işten sakınır, namazı uzun kılar, hutbeyi kısa yapar ve dullar, miskinler ve köle ile beraber yürüyüp onların hacetlerini görmekten çekinmezlerdi. -Halk ile namaz kıldıklarında, halkın en hafif kılanı, kendi kendine olunca en ağır kılanı idi.
-Bir namaza başladı mı artık ona devam ederlerdi. -Bir amel yaptıklarında onda sebat ederlerdi. -Post üzerinde namaz kılmayı severlerdi. -Hasır üstünde namaz kılarlardı.
-Hasır üzerinde ve debağlanmış post üzerinde namaz kılarlardı.
-Hurma lifinden yapılmış seccade üzerinde namaz kılarlardı. -Bahçelerde namaz kılmayı severdi.
-Namazda kendisinin arkasında önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra da kadınlar saf tutarlardı. -İlk saf için üç kere, ikinci saf için bir defa istiğfarda bulunurlardı. -Kargı taşırlardı (icabında atıp da vurmak için) Namaz kılınca bunu önüne (sütre olarak) dikerlerdi.
-Namaza kalktıklarında iftitah tekbirini almak için durdukları zaman, parmaklarını açarlarmış (parmakları kapalı olarak almak doğru değil)
-Namaza kalktıklarında, tekbiri ellerini uzatarak alırlardı.
-Bilal (r.a) "Kadkametisselatü" dediklerinde, namaza tekbir alırlardı. -Rükua vardıklarında parmaklarını açar ve secdeye vardıklarında ise parmaklarını kaparlardı. -Rükua vardıklarında belini öyle düz tutarlardı ki, üzerine su dökülse durabilirdi. -Rükua vardıklarında üç defa, "Sübhane Rabbiyel azim ve bihamdihi" derlerdi. Secdeye vardığında da üç defa, "Sübhane Rabbiyel âlâ ve bihamdihi" derlerdi. -Secde ettiklerinde, beyazı görülecek şekilde koltuklarını açık tutarlardı.
-Secdede alınları açık bulunurdu.
-Namazda secdeden kalkarken bir ellerine dayanarak kalkarlardı. (Son zamanlarında, ihtiyarladıklarında)
-Namazda esnemeyi asla sevmezlermiş (esnemek gaflet alameti olduğu için).
-Kendileri namaz kılarken Hasan ile Hüseyin (r.a.) oynar ve arkasına çıkar otururlardı.
-Farz namazdan sonra sünneti, farzı kıldığı yerde kılmazlardı.
-Farz namazdan çıktıklarında, yerlerini değiştirirlerdi. (Cemaate önünü dönmek meselesi) -Namaz kıldıktan, bittikten sonra 3 kere istiğfar ederlerdi: “Estağfirullahellezi lâ ilâhe illa hu el-hayyel kayyume ve etubü ileyh” derler, sonra da “Allahümme entes-selamü ve minkes-selam, tebarakte ya zelcelali vel ikram” derlerdi.
-Namazdan selam verdiklerinde üç defa: "Subhâne Rabbike Rabbil izzeti ammâ yesifûn ve selâmün alel mürselin velhamdülillahi Rabbil alemin" derlerdi. -Namaz kıldıklarında sağ eliyle başlarını mesh ederler ve şöyle dua ederlerdi: "Bismillahillezi lâ ilâhe gayrihu, errahmanirrahim, Allahümme ezhib annil hemme vel hüzün." (O Allahın adıyla başlarım ki, Ondan başka ilah yoktur. O Rahman ve Rahimdir. Allahım üzüntü ve kederi bizden gider.)
-Sabah namazının sünnetini, seferde de, hazarda da, sağlıkta da, hastalıkta da bırakmazlardı. -Sabahın sünnetinden sonra sağ yanı üzerine biraz uzanırdı. -Öğlenin evvelki dört rik'atını (ilk sünneti) geçirdiklerinde son iki rik'atten sonra kılarlardı.
-Öğlenin farzından evvel iki, sonra da iki rek'at kılarlardı. Akşamdan sonra, evinde iki rek'at, keza yatsıdan sonra iki rek'at kılarlardı. Cumadan sonra dönünceye kadar namaz kılmaz ve evinde iki rik'at kılarlardı.
-Cumadan ve akşamdan sonraki iki rek'atı ekseriya evde kılarlardı.
-Cumadan önce dört, sonra da dört (rek'at) kılardı. Onların arasını bir şeyle ayırmazdı. -İkindiden evvel iki rek'at namaz kılarlardı.
-Bir menzilden ayrılınca iki rek'at namaz kılarlardı. -Akşamla yatsı arası nafile namaz kılarlardı. İki rek'atla yirmi rek'at arası (Evvabin namazı) -Gece on üç rek'at namaz kılarlardı. Üç rek'atı vitir ve iki rek'at sabah namazının sünneti bunlardandır. -Geceleyin namaz kılmak (teheccüd) hoşlarına giderdi. Gece namaz için kalktıklarında ilk iki rekatı hafif (kısa surelerle) kılarlar, sonrakileri ise gayet uzun kılarlardı. (Bakara Suresi ... gibi) (Teheccüdü 8 rekat kılarlardı)
-Ayakları yarılıncaya kadar ibadet ettikleri olurdu. -Gece namazlarını ikişer ikişer kılarlar (her iki rek'atte bir selam verirler), sonra misvak kullanırlardı.
-Gece uykudan uyanınca ağızlarını misvaklarlardı. -Teheccüde kalkmayı hiç bırakmazlardı. Hastalık veya halsizlik hallerinde oturarak kılarlardı.
-(Nadiren) Hastalık veya bir (başka) sebeple gece teheccüde kalkamayınca, gündüz on iki rek'at namaz kılarlardı. -Sabah namazını kıldıktan sonra güneş çıkıncaya ( işrake) kadar otururlardı. -Duha namazını altı rek'at kılarlardı. -Duhayı dört rekat kılarlardı. Ve Allah nasip ettiği kadar artırırlardı. -Ay ve güneş tutulduğu zaman, bu tutulma açılıncaya dek namaz kılarlardı.
-Küsuf (güneş tutulması) namazından önce köle azad etmeyi (ve sadaka vermeyi) emrederledi.
-(Hutbe verirken) Hitabede bulunduğunda mübarek gözleri kızarır, Sesi yükselir, heyecanı artardı. "Akşam vakti" veya "Sabah vakti" diyerek sanki bir orduyu uyarır gibi (celalli, yüksek sesli) konuşurdu. -Harp zamanı (ashabına) hitap ettiğinde, bir yay kirişine dayanarak konuşur, Cuma günü hitap ettiğinde bir asaya dayanarak konuşurlardı. -Hitap ettiği zaman bir mızrağa veya asaya dayanırlardı. -Cuma günü minbere yaklaştığında, yanında oturan kimselere selam verirlerdi. Minbere çıkınca da yüzünü halka çevirir, sonra oturmazdan önce onlara selam verirlerdi.
-Minbere çıktığında müezzin (ezanı) birinceye kadar otururlardı. Sonra kalkıp hutbe okur, sonra hiç bir şey söylemeksizin otururlar, sonra kalkıp ikinci hutbeyi okurlardı. -(Cuma) günü ayakta hutbe okurlar, her iki hutbe arasında oturur, Kur'andan ayetler okur, insanlara (Allah'ın nimetlerini) hatırlatırlardı.
-Minber üzerinde kalktıklarında, ashab yüzlerini kendisine çevirirlerdi.
-Cuma günü minberden indiğinde, haceti olan bir kişi ile konuştuktan sonra, mihraba geçip namaz kıldıkları vaki idi. -Sadakayı fıtrı bayram namazından evvel vermeyi emrederlerdi. -Ramazan bayramında evde, bazen yedi hurma yedikten sonra camiye giderlerdi.
-Ramazan bayramında yemek yer çıkardı. Kurban bayramında ise kurban kesince yerdi. -Ramazan bayramında evde, bazen yedi hurma yedikten sonra camiye giderlerdi.
-Ramazan bayramına ancak iki kişinin (ayı görmeleri hakkındaki) şehadetinden sonra cevaz verirlerdi. -Her iki bayramda, kızlarına ve hanımlarına bayram namazına çıkmalarını emrederlerdi. Hemen hemen ev halkından bayram namazına çıkmayan bırakmazlardı.
-Bayram namazlarına yürüyerek gider, yürüyerek dönerlerdi. -Bayram günleri ve Cuma günleri kırmızı hırka giyerlermiş.
-Bayram namazlarını sahralarda kılarlar, bayram namazlarına yayan olarak gider gelirlerdi. Gidişi bir yoldan yaptılarsa, gelişi başka yoldan yaparlardı. (aynı yoldan gidip gelmezlerdi)
-Bayramlara seslerini yükselterek tehlil ve tekbirlerle çıkarlardı. -Bayram namazından evvel namaz kılmazlardı. Evine döndüklerinde iki rek'at kılarlardı. -Hutbe aralarında tekbir getirir ve bayramların hutbelerinde çok tekbir alırlardı.
-Sefere Perşembe günü çıkmayı severlerdi. -Seferlerde geri kalan zuafayı (zayıfları) yedeğine alır, kayırırdı. Ve onlara dua ederlerdi. -Seferde ve hazerde şu beş şeyi yanında ayırmazdı: Ayna, sürmedanlık, tarak, misvak ve sakal tarağı. -Sefer dönüşünde eve gece gelmezdi.
-Bir konağa indiğinde, iki rek'at kılmayınca ayrılmazlardı. -Bir yere konduğunda veya seferden geldiğinde, iki rek'at kılmadan oturmazlardı. -Bir konağa konduğunda, öğleni kılmadan oradan geçmezdi. -Yazlığa çıkmak istediklerinde Cuma gecesi çıkmayı severlerdi. Kışlığa girerken de keza Cuma gecesi girerlerdi.
-Bir seferden (savaş, yolculuk, hac vs.) geldiklerinde hemen eve gitmezler, önce mescide gider 2 rekat namaz kılar, sonra Allah’a hamdeder, sonra kızı Fatıma’nın yanına gider ve çoğunlukla kızının başından öper, sonra da hanımlarının yanına giderlerdi. -Çoğunlukla (kızı) Hz. Fatıma (r.a)'yı başının tepesinden öperdi.
-Düşmanla zeval (öğle) vakti karşılaşmayı isterlerdi. -Harpte gürültü yapmaktan hoşlanmazlardı.
-Savaşa: "Allah'dan müslümanların zayıfları hürmetine yardım dileyerek" başlarlardı. -Bir sefere gitmek istediklerinde gidilecek yeri gizler, (başka yeri ima ederek) sefer ederlerdi. -Sefer murad ettiklerinde: "Allahümme bike asûlü ve bike ehûlü ve bike esîru": (Allahım ancak seninle galebe ederim, seninle korunurum ve senin yardımınla düşman üzerine yürürüm) buyururlardı. -Asker veya öncü müfreze gönderdiklerinde, sabahın ilk vaktinde gönderirlerdi. -Bir askeri uğurlamak murad ettiklerinde: "Estevdi'ullahe dîneküm ve emâneteküm ve havâtîme amâliküm": (Dininizi, emanetinizi ve işlerinizin akıbetini Allah'a emanet ederim) buyururlardı. -Birisini bir iş için bir tarafa yolladıklarında; “Gidin İslam’ı bunlara öğretin, anlatın! Fakat onlara daima müjdeleyici şeyler söyleyin. Ürkütecek, korkutacak, nefret ettirecek şeyler söylemeyin. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” derdi.
-Gümüş yüzük takınırlardı (Erkeklere altın takınmayı yasaklamışlardı). Yüzüklerini çoğunlukla sağ ellerine takarlar, bazen de sol ellerine takarlardı. Yüzüklerini (görünüp de göze çarpmasın diye) avucunun içerisine çevirirlerdi.
-Her namaz için abdest alırlardı. -Ateş dokunmuş sudan abdest alırlardı.
-Bakır kaplardan, ibrik gibi şeylerden abdest almak hoşlarına giderdi. -Abdest alırken (yüzüklerinin altına su geçmesi için) yüzüklerini oynatırlarmış.
-Abdest aldıkarında, sakallarını ayrı su ile hilallerlerdi.
-Abdest alırken parmaklarıyla sakallarını hilallerlermiş.
-Abdest aldıklarında, suyu dirseklerinden dolaştırırlardı. -Abdest aldıklarında, küçük parmakları ile ayak parmaklarını hilallerlerdi. -Abdest aldıklarında, yüzlerini (kurulamak için) elbiselerinin bir tarafına sürdükleri vaki idi.
-Havlu olmadığı zaman yüzlerini, elbiselerinin eteklerine sildikleri olurdu.
-Abdestten sonra kullandıkları bir havlusu vardı.
-Abdest aldıklarında, bir avuç suyu önlerine serperlerdi.
-Abdestinden artan su ile misvaklanırdı.
-Abdest aldıklarında, iki rik'at namaz kılar sonra namaza çıkarlardı. -Gusülde kullandığı su; bir sa' (1040 dirhem=3.3 kg) abdestte kullandığı ise; bir "müd" idi. (müd=800 gr)
-Temiz toprak ile teyemmüm yapar, ellerini ve yüzünü birer defa mesh ederdi.
-Çoğunlukla Cuma günleri guslederlerdi. Bazen de etmedikleri olurdu.
-Cuma günü, Ramazan Bayramı günü, Kurban Bayramı günü ve Kurban Bayramından önceki arafe günü guslederlerdi.
-Ailesi ile birlikte aynı kaptan guslederlerdi.
-Ailesi ile temasta bulunduklarında, elleriyle teyemmüm ederlerdi. -Oruçlu iken, sahurdan sonra cünüb bulundukları ve sabaha karşı yıkandıkları vaki idi. -Gece veya gündüz bir saatte ezvac-ı tahirelerini (hanımlarını) yokladığı olurdu. -Yeni bir elbise giydikleri zaman onu Cuma günü giyinirler, Allah’a hamd ederler ve 2 rek’at namaz kılarlardı.
-Yeni bir elbise giydiğinde onu “gömlek, imame yahud rida” diye adıyla anar, sonra şöyle derlerdi: "Allahümme lekel hamdü, ente kesevtenîhi, es'elüke min hayrihî ve hayri mâ suni'a lehû, ve eûzubike min şerrihi ve şerri mâ suni'a lehû": (Allahım Hamd sana mahsustur. Bunu bana Sen giydirdin. Onun hayrını ve onunla yapılanın hayrını Senden niyaz ederim. Onun şerrinden ve onunla yapılan şeyin şerrinden de Sana sığınırım) -Ashabından birisiyle karşılaştığı zaman, o zat ayağa kalktı ise Rasûlü Ekrem de onunla beraber ayakta dururlardı. O gelen ayrılmadıkça , Rasûlullah da ondan ayrılmazdı. (“Yeter artık haydi git, beni meşgul etme” demezlerdi.) Karşılaştığı kişiyle elini uzatıp musafaha ettiklerinde, o kişi elini bırakmadıkça Hz. Peygamber de onun elini bırakmaz ve o kişi için hayır dua ederlerdi. (Yani sahabelerine karşı son derece ilgili ve saygılı davranırlardı)
-Aile fertlerine ve müslümanlara karşı çok merhametli idiler. Bununla beraber kafirlere karşı şiddetli idiler.
-Bir gazadan, umreden, hacdan gelirken yüksek bir yere çıktıkları zaman “Allâhü ekber, Allâhü ekber, Allâhü ekber” diyerekten Cenabı Hakkı üç kere tekbir ederlermiş; Arkasından da “Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr” derlermiş. (Bu tesbihi her gün 100 kere söylemeyi de tavsiye buyurmuşlardır.)
-Dişlerini misvaklarlardı. Misvakı enlemesine kullanırlardı. Bir namazdan selam verip çıktıklarında, diğer namaza başlamadan önce misvaklanırlardı.
-Misvak kullandıklarında, onu kendisinden sonra en büyük adama verirdi. Halbuki bir şey içerlerse onu sağ tarafında bulunan kimseye verirlerdi.
-Evine girmek istedikleri zaman misvak kullanırlardı.
-Misvak kullanmadan uyumazlardı. -Uyudukları zaman misvak baş ucunda bulunurdu. Ve uyandıkları zaman da ilk önce misvak kullanırlardı. -Geceleyin sağdan sola ve soldan sağa döndükleri vakit mutlaka misvaklerini alır, ağızlarını misvaklarlardı ve her uykudan uyanışlarında da Allah’ı zikir ve tesbih ederlerdi.
-Döşekleri, insanın kabirde altına konan şeye yakın bir şeydi (çok hafifti) ve mescid baş taraflarında kalırdı. -Yatağı pamuktan ve yünden değildi. Büyükçe de değildi. Yatağı deriden, içine bir parçacık lif konulmuş bir palas parçasından ibaretti.
-Yattıklarında sağ ellerini sağ yanağının altına korlardı. Yatacaklarında "Kul ya Eyyühel kâfirûn" suresini okurlardı.
-"Secde" suresini ve "Tebarekellezî biyedihil mülk" suresini okumadan uyumazlardı. -"Beni İsrail" ve "Zümer" surelerini okuduktan sonra uyurlardı. -Ailelerine, uyuyacakları zaman "otuz üç kere Sübhanallah, otuz üç kere Elhamdülillah otuz üç kere de Allahüekber" demelerini tavsiye ederlerdi.
-Tesbihi sayarlardı.
-Yatacakları zaman ellerini yanağının altına kor: "Bismike Allahümme ahyâ ve bismike emûtü.": (Ancak isminle yaşarım, isminle ölürüm) buyurur uyandıklarında da,: "Elhamdülillahillezi ahyana ba'de mâ emâtenâ ve ileyhin nüşûr": (Hamd o Allah'a mahsustur ki, bizleri ölü hale getirdikten sonra tekrar diriltti. Öldükten sonra diriltmek ancak O'na mahsustur) buyururlardı. -Uyumak istediklerinde sağ ellerini yanaklarının altına kor ve sonra üç defa "Allahümme gınî azâbeke yevme teb'asü ibâdeke": (Ya rabbi kullarını dirilttiğinde Beni azabından koru) buyururlardı. -Bir adamı yüzü koyun ve örtüsüz yatarken görürlerse, ayakları ile dürterler ve: "Bu Allah’ın en sevmediği bir yatış şekli" derlerdi. -Yatağına girdiklerinde şöyle dua ederlerdi: "Hamd olsun o Allah'a ki, bizi yedirdi, içirdi ve bize kafi geldi ve bizi barındırdı. Nice kimseler vardır ki, onlara kifayet eden ve onları barındıran yoktur." -Gözleri uyur, kalbi uyumazdı.
-Bir yerde gecelediklerinde, gece zaman var ise sağ elini yastık yaparlardı. Sabah namazından önce gecelediklerinde başını sağ avucu içersine koyup kolunu dikerlerdi.(Uyumamak için) -Gece uyandıklarında: "Ya Rabbi beni mağfiret et, Rahmetine erdir ve Beni en doğru yola ilet" buyururlardı.
-Bazen mizah (şaka) yapardı. Lakin şaka yaparken, asla yalan söylemezdi.
-Kıraatını ayet ayet okurlardı. "Elhamdülillahi Rabbil alemin" der durur, sonra "Errahmanirrahim" der, dururlardı. -Kur'anın tamamını üç günden az müddet içinde okumazlardı. -Kıraatını uzatırlardı (med yapar, çekerlerdi), fakat Kur’an okurken (bugün bazı mevlithanların yaptığı gibi) tegannî yapmazlar (seslerini yaymazlar), düz ve sade okurlardı.
-"Sebbihısme" suresini severlerdi. -Evlerine yalnız kaldıkları zaman en güler yüzlü ve en hoş halli bir zat idiler.
-Söz taşıyanların sözünü asla dinlemez, birinin diğeri için söylediği sözlere hiç kulak asmazdı.
-(Tavşan-kedi geçtiğinde, baykuş öttüğünde...) Asla uğursuzluğa inanmaz, bir şey oldu mu onu iyiye-hayra yorarlardı.
-Herkese evlenmeyi emreder, bekarlığı şiddetle yasaklardı.
-(Bir kadını) nikahlamak istediklerinde, kabul olunmazsa tekrarlamazdı. Bir kadını nikahlamak istediğinde, kadın önce kabul etmeyip sonra icabet edince, "Senden başka bir örtüye büründük" buyurdu. -Kadınlardan birini nikahlamak murat ettiklerinde perde arkasından: "Ey kızım filan adam seni istiyor. Onu istemiyorsan (hayır) de. Zira hiç kimse (hayır) demekten utanmamalıdır. Eğer razı isen bil ki senin (sükutun) ikrardır" derdi. -Evlendiğinde veya birini evlendirdiğinde hurma saçarlardı. -Evlenen bir kimseyi tebrik ettiğinde ona şöyle dua ederlerdi: "Allah bunu senin için mübarek kılsın ve hayırlı etsin, her ikinizi hayırda birleştirsin." -Gizli nikahtan hoşlanmaz, def ile ilanını isterlerdi. -Yedi şeyi gömmeyi emrederlermiş: Saçlar, kan, tırnaklar, kadınların hayız şeyleri, (çekilmiş veya kopmuş) dişler, pıhtılaşmış kan ve çocuk doğduktan sonra atılan parçalar...
-Müslüman olan bir kişiye (ihtiyar bile olsa) sünnet olmayı emrederlerdi, seksen yaşında olsa bile. (Hz. İbrahim 80 yaşında iken Allah’ın emri ile sünnet olmuştur)
-Yeşilliklere, ormanlara, ağaçlara, akarsulara ve meyvelere (turunç, elma vb. gibi) bakmak hoşlarına giderlerdi.
-Yeşile ve akarsuya nazar etmek hoşuna giderdi. -Kötü, çirkin ismi olanların ismini güzel bir isimle değiştirirlerdi.
-Birisinin kapısına geldiklerinde tam karşıdan gelmez, lakin sağ veya sol kanadına siper gelir ve "Esselamü Aleyküm, Esselamü Aleyküm" derlerdi.
-Çok kere başını örterdi. Başlarına beyaz bir şey (başlık, takke) giyerlerdi, üzerine de sarık sararlardı. Başlığı sarıksız da giyerlerdi. Takkesiz (altında bir şey olmadan tek başına) sarığı başa da sararlardı.
-Başlarına sarık sarar, sarığın ucunu da arkaya, iki omuz arasına sarkıtırlardı. Kurbanlık koyunları kendi elleriyle keserlerdi.
-Başa yatık, beyaz, kalansüve (başlık) giyerlerdi.
-Aileleri arasında adil bir şekilde taksim yaparlar ve şöyle dua ederlerdi: "Allahım, muktedir olduğum ölçüde bu benim yaptığım taksimdir. Senin sahip olduğun ve benim malik olmadığım hususlarda beni sorguya çekme etme Allahım!" -Cünüpken uyumak istediklerinde; taharetlenir, namaz abdesti gibi abdest alır, yemek veya içmek istediklerinde ellerini yıkar, ondan sonra yer ve içerlerdi. -Haber beklemede kaldıklarında, "Ummadığın adam sana haberi getirir" mısrasını söylerlerdi. -Hacer-i esvedi istilam ettiklerinde, onu öper ve sağ yanağını üzerlerine koyarlardı. -Soğuk şiddetlendiğinde (kışın) öğlen namazını erken kılarlardı. Sıcak arttığında (yazın) ise öğle namazını geciktirirlerdi. -Bir kimseye dua ettiği zaman duanın bereketi, o şahsa, onun çocuğuna ve çocuğunun çocuğuna erişirdi. -Dua ettiklerinde, önce kendilerinden başlarlardı.
-Duanın özlü ve geniş manalısını severdi. Diğerlerini bırakırdı. -Bir kimseyi hatırlayıp ona dua ettiklerinde önce kendilerinden başlarlardı. -Dua ettiklerinde, ellerini kaldırır ve ellerini (duadan sonra) yüzlerine sürerlerdi. -Dua ettikleri zaman avuçlarının içini yüzüne karşı tutarlardı. -Duada ellerini kaldırdığı zaman yüzüne sürmedikçe indirmezlerdi. -Duada hayır bir şey istediklerinde avuçlarını yüzlerine karşı tutarlar, bir şeyden sakınmak istediklerinde avuçlarını yere karşı tutarlardı.
-Duaya başlarken “Sübhâne rabbiyel aliyyil a’lel vehhâb!” diyerek başlardı.
-Dualarında en çok dedikleri: “Yâ hayyü yâ kayyûm” imiş. (Bu duanın ismi azamdan olduğunu söyleyenler de vardır. “Bu sözler, Ayetel kürsi’de de olduğundan, okuyanın çok müşkülü hallolur” derler)
-Güneş ve ay tutulduğunda açılıncaya kadar dua ederlerdi. -Yağmur yağdığını gördüklerinde, "Allahım bunu faydalı yağmur kıl" diye dua ederlerdi.
-Yağmur talebinde (isteğinde) bulunduklarında: "Allahım kullarına su ver, Rahmetini yay ve ölü beldene hayat ver" şeklinde dua buyururlardı. -Gök gürültüsü ve yıldırım sesi duyduklarında, "Ya Rabbi bizi gazabınla öldürme, bizi azabınla karşılama ve bundan önce bizleri affet" şeklinde dua ederlerdi. -Hilali gördüklerinde yüzünü ondan çevirirlerdi.
-Hilali gördüklerinde: "Allahım onu hayır ve bereket ayı kıl" der ve ayrıca üç defa şöyle dua ederlerdi: "Allahım bu ayın hayrını, bereketini senden isterim. Bu ayın hayır ve bereketini ve kaderin iyiliğini Senden diler ve onun zararından Sana sığınırım." -En çok yaptıkları duaları şöyle idi: "Ya mukallibel kulûb, sebbit kalbî alâ dînike.": (Ey kalbleri çeviren Rabbım, kalbimi dinine sabit kıl) Bu husus sorulduğunda şöyle demişlerdi: "Hiç bir kimse yoktur ki, kalbi Allahın parmaklarından iki parmak arasında (kudreti elinde) olmasın. Allah kimi dilerse onu doğrultur, kimi de dilerse onu kaydırır. -Arefe gününde ekser duası şöyle idi: "Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîkeleh, lehül mülkü ve lehülhamdü, biyedihil hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr."
-En çok okuduğu dua: "Rabbenâ âtinâ fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve ginâ azâbennâr" idi. -Namazda son oturuşta rabbenâları okudukları gibi şu duayı da okurlardı: “Allâhümme innî eûzü bike min azâbi cehenneme ve min azâbil kabr, ve min fitnetil mahyâ vel memât, ve min şerri fitnetil mesîhid deccâl”
Anlamı: “Allah’ım cehennem azabından ve kabir azabından sana sığınırım. Dünya ve ahiretin fitnelerinden ve (ahir zamanda çıkacak ve Rab’lık iddiasında bulunacak olan) mesih deccal’in şerrinden sana sığınırım.”
-Duayı ve istiğfarı üçer defa yapmak hoşuna giderdi. -Bir mecliste oturduktan sonra, oradan kalkarken bazen 10, bazen 15 ve bazen de 20 kere istiğfar ettiği (Estağfirullah.... Estağfirullah...diye) olurdu. (O mecliste konuşulan hatalı konuşmaların ve gafletin [Allah’ı unutma halinin] affolması için)
Başka bir Hadisde ise, herhangi mecliste işlenen hata ve kusurların affolması için oradan kalkarken şu duayı okumayı tavsiye etmişlerdir: “Sübhânekallâhümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerîke lek, estağfiruke ve etûbü ileyk” (Bu Hadisi ezberleyemeyenlerin, yukarıda geçtiği üzere 10~20 kere istiğfar etmeleri tavsiye olunur)
-Birisine kızıp darılmak istedikleri zaman; “Senin alnın yere sürünsün! (çok secde eylesin, çok namaz kılsın)” diye ona hayır dua ederlerdi.
-Mescide girdiklerinde şöyle dua ederlerdi: "Bismillah, Allahümme salli ala Muhammedin ve ezvâci Muhammedin." -Mescide girdiği zaman şöyle dua ederlerdi: "Taşlanmış şeytandan büyük Allah'a ve onun Zatı kerimine, O'nun ezeli saltanatına sığınırım." Rasulu Ekrem şöyle buyururdu; İnsan oğlu böyle dediğinde şeytan da şöyle der: "Günün kalan kısmında da bu kimse benden korundu."
-Mescide girdikleri zaman: "Allahümme salli ala Muhammedin ve sellim aleyhi" der, şu duayı okurlardı: "Rabbiğfirlî zünûbî veftahlî ebvâbe Rahmetike." Ve mescidden çıktıklarında da yine salatü selam getirdikten sonra şöyle dua ederlerdi: "Rabbiğfirlî zünûbî veftahlî ebvâbe fadlike." -Evden çıktıklarında şöyle dua ederlerdi: "Bismillahi tevekkeltü alellah, La havle vela kuvvete illa billah, Allahümme innî eûzubike en edılle ev udalle ev ezille ev üzelle ev azlime ev uzleme ev echele ev üchele aleyye ev ebğî ev yubğâ aleyye." (Bismillah, tevekkeltü alallah La havle vela kuvvete illa billah, dalalete düşmekten veya düşürülmekten, kaymaktan veya kaydırılmaktan, zulüm yapmaktan veya zulme uğramaktan, cahillik etmekten veya edilmekten, taşkınlık etmekten veya edilmekten sana sığınırım.) -Helaya girecekleri zaman, "Yâ Zelcelâl" derler, şöyle dua ederlerdi: "Bismillah, Allahümme innî eûzübike minel hubsi vel habâis" (Bismillah, Allahım şeytanlıklardan ve murdarlıklardan Sana sığınırım.)
-Helaya girdiklerinde yüzüğünü çıkarırlar, ayakkabısını giyer, başlarını örterlerdi. -Abdest bozmaktan çıktıklarında "Gufrâneke" (Bizi mağfiret et) derlerdi. -Heladan çıktıklarında: "Elhamdülillahillezî ezhebe annil ezâ ve âfânî": (Hamd olsun o Allah'a ki, eza veren şeyden beni kurtarıp bana afiyet verdi) buyururlardı. -Defi hacetten çıktıklarında: "Elhamdülillahillezi ahsene ileyye fi evvelihî ve ahirihî": (Evvelinde ve sonunda bana ihsan eden Allah'a hamd olsun) buyururlardı. -Bir şiddet isabet ettiğinde dua ederken ellerini fazla kaldırırlardı. O derecedeki, koltuk altlarının beyazı görünürdü. -Sabahladıklarında ve akşamladıklarında şu duayı okurlardı: "Allahım ansızın gelecek şeyin hayrını ister ve ansızın gelecek şeyin şerrinden sana sığınırım. Muhakkak ki kul, sabahladığı ve akşamladığında kendisine ansızın ne geleceğini bilemez." -Bir haceti unutmaktan korktuklarında, parmak veya yüzüğüne ip bağlarlardı. -Mescitte insanların şiddetli (gürültülü) aksırmalarından hoşlanmazlardı.
-Aksırdıklarında elini ağızlarına tutarlar, bununla veya mendille sesini indirirlerdi.
-Aksırdığı vakit, "Elhamdülillah" buyururlardı. Kendisine "Yerhamükellah" denildiğinde, O da Yehdîkümullah ve yuslihu bâleküm" derlerdi. -Bir şeye sevindiklerinde yüzleri parlayıp ay parçası gibi olurdu. -Müezzini işittiklerinde onun dediği gibi derler. "Hayyaalesselati hayyaalel felahe" geldiğinde "La havle vela kuvvete illa billah" derlerdi.
-Gazab ettiklerinde (kızdıklarında) yüzleri kızarırdı.
-Ayakta iken gazab ederse, otururlardı. Otururken uzanırlardı ve gazabı süratle giderdi.
-Yüzüğü gümüştendi ve taş yeri de yine gümüştendi. -Kimseyi hoşuna gitmeyen şeyle yüzlemezlerdi. (azarlamazlardı)
-Meleklerin gelişi ve Cebrail (a.s) ile konuşması sebebiyle, sarımsak, soğan ve pırasa yemezlerdi. -Hemen hemen hiç "Hayır" demezlerdi. Bir şey istenildiğinde onu yapmak isterlerse "Evet" derler, İstemezlerse susarlardı.
-Yarına bir iş veya şey bırakmazlardı.
-(Erkeklerden) İpek giyenleri takip eder ve çıkarttırırdı.
-Kızlarına ipek baş örtüsü kullandırırlardı (kadınlara helaldir). -Hz. Peygamberin son sözleri: "Celâle Rabbî errefî' fekad bellağtü" (Rabbimin yüce Celalini ihtiyar ettim ve emr olunduğumu tebliğ ettim) olmuş ve sonra irtihal (vefat) buyurmuşlardı.
Not: Ramuz el-Ehadis isimli Hadis kitabının “Şemâil” bölümünden yararlanılarak hazırlanmıştır.
|